Adalet
Adalet bir duygu.
Yapılan anlaşmaların başında tanımlar kısmı vardır ve tanım kısmında kavramların tanımları yapılır ve herkesin ortak bir anlayışa gelmesi sağlanır.
Duygular ve kavramlar olduğu zaman, herkesin cetveli değişir ve anlayışlar kültürden kültüre değişiklik gösterir.
Kültürlerde ve algılarda, verilen önceliklere göre, adalet çıkarlar ile çatışabilir.
Bu nedenle toplumsal normların oluşması ve adalet sisteminin bu normlara ve kanunlara göre işletilmesi gerekir. Bu normlar toplulukların devamını sağlamak için olmazsa olmazlardandır.
Bir toplulukta adalet duygusunu ortadan kaldırdığınızda, güven duygusu ortadan kalkar. Bunlar ortadan kalktığında da, kollektif olarak yapılabilecek işler yapılamaz. Bugünün kavramları ile kurumsal ve organizasyonlar yaşayamaz. Liderlik yapılamaz.
İnsan duyguları bir canlı. Dugularını anlamadan, onların ne hissetiğini hissetmeden de, onların acılarını kendi acıları olduğunu anlamadan da toplulukları yönetmek mümkün değildir.
Acılar acılarımız, sevinçleri sevinçleri olduğumuzda takım ve topluluk oluruz.
Felaketler, yangınlar, göçlerle uğraştığımız bir dönemden geçiyoruz.
Adalet duygusunun ortadan kalktığı ortamlarda, yönetim kendi özeleştirisini yapmak yerine, onlara kulak tıkamak, kendisini eleştirilenleri suçlamak, iyi niyet ile doğru yolu göstermeye çalışanları ortadan kaldırmaya çalışmaları olağan bir sonuçtur.
Adaleti nedeniyle Kanuni ismini almış Osmanlı padişahının en önemli özelikleri, basiret, akıl, öngörü ve tedbiri elden bırakmamasıydı. Her zaman devletin akıbetini düşünürdü. Bir gün Osmanlı Çökmeye yüz tutar mı diye hep sorgulardı.
Elde ettiği güç nedeniyle, rehavete kapılmaz, düşünür, araştırır ve bilgeler ile istişare ederdi.
Kanuni Sultan Süleyman döneminin bilgelerinden aynı zamanda süt kardeşi, müderris, mutasavvıf, şair, alim, pratik zekası ve hazır cevaplılığı ile ünlü Yahya Efendi kısa ve öz konuşmayı seven, deruni bir kişiliktir.
Kanuni, Yahya Efendi’ye yazdığı mektupta,
“Sen, ilmiyle amel eden bilge birisin… Bizi de aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğulları’nın akıbeti nasıl olur? Bir gün yıkıma uğrar mı?..” diye sorar.
Yahya Efendi aynı kağıdın arkasına “Neme lazım be Sultanım!” diye yazıp, gönderir.
Kanuni bunun üzerine Yahya Efendi’nin dergahına gider,
“Aşk olsun ağabey!.. Sana çok önemli ve kritik bir konuda fikir sordum. Sen ise ciddiye almayıp geçiştirdin. Cevap bile vermedin!..”
Yahya Efendi bakar ve “Sultanım, sizin sorunuzu ciddiye almamak mümkün mü?” konuyu etraflıca düşündüm ve “Neme lazım be Sultanım” der.
Bunun üzerine Yahya Efendi.
“Sultanım!
Aslında, aradığın cevap oydu;
Bir yerde zulüm yayılırsa, haksızlık şayi olursa, koyunları kurtlar değil çobanlar yerse, bilenler de bunu söylemeyip susarsa… Fakirlerin, yoksulların, muhtaçların, kimsesizlerin feryadı göklere çıkarsa… Bunu da taşlardan başka kimse işitmezse… Herkes, sadece “Ben” derse… Ve tüm bunları görüp, işitenler, “Neme lazım be…” deyip taşın altına elini koymazsa…
İşte o zaman, devletin sonu gelir ve Osmanlı yıkılır!..” cevabını verir.
Osmanlı’nın adaleti ile ün yapmış Kanuni ve Yahya Efendi, bize yönetim ve liderlik dersi veriyor.
Victor Hugo da ““Zalimlerin çarkı, cahillerin çalışmayan kafalarıyla döner” diye uyarmış!
İnsan bazen zalimleştiğini ve kendi çıkarlarına hizmet ettiğini bile anlayamaz duruma gelir. Kendi vicdan çerçevesinden, vicdanını rahatlatmaya çalışabilir.
İnsan olana yakışan, ne pahasına olursa olsun, doğruları savunmak, zulme boyun eğmemektir. Bir arkadaşım bugünün lider olma kavramını erdemli insan olmak tanımladığında, kafamda birçok taş yerli yerine oturdu.
“Bugünkü dünyada cahilliği öyle örgütlemişler ki bilen insanları, doğruyu söyleyenleri, itibarsızlaştırıyorlar…”
Bu da doğru ama hiçbir acı çekmeden, hiçbir zorluğa katlanmadan, doğruları hâkim kılmak mümkün değil.
Öğrenilmiş çaresizlik sendromuna düşmenin zamanı değildir.
Seligman ve meslektaşları, ilk fazda hoş olmayan bir durumdan kaçma seçeneği verilmeyen köpeklerin, çaresizliğe şartlandıklarını, deneyin ikinci fazında hoş olmayan bir durumdan kaçma seçeneği verildiğinde bu fırsatı kullanmadıklarını gördü. Deneyler, kediler, fareler ve balıklar ile sürdürülerek benzer sonuçlar elde edildi.
Yine Martin Seligman’ın yaptığı deney ve incelemeler sonucunda, kendisi deneyip başarısız olan bireylerin, çevrelerindeki diğer bireylerin benzer denemeyi yapmalarını engellemeye başladıkları bulgusuna ulaşıldı.
Bu tür suskunlukların veya kaçışların hatta teslimiyetin sebebi, Texe Marrs’ın “Dark Majesty” kitabında açıklanıyor.
“Yürürlükteki bu korkunç komplonun içeriği, vasat insanları rahatsız ediyor. Konfor sınırlarını sarsıyor. Gerçek, geleneksel düşünce kalıplarının içine sığmıyor ve sosyal olarak ‘doğru’ kabul edilen olgularla örtüşmüyor. Mevcut sistemlere duydukları güven sarsılıyor, duygusal ruh halleri tehdit altına giriyor. Çok sarsıcı ve rahatlarını kaçırıcı olabileceğinden, gerçekle yüzleşmek istemiyorlar. İsteseler bile liderleri, politik ve ekonomik sistemleri, idealize edilen değerler hakkındaki gerçekleri öğrendiklerinde daha sarsıcı bir açmazla karşı karşıya kalma riski olduğunu da biliyorlar. Ancak Soljenitsin’in belirttiği gibi cesur bir insanın atacağı en basit adım, bir yalanın parçası olmamaktır. Gerçeğin bir kelimesi bile tüm dünyaya bedeldir…”
Mekanın ve zamanın adil şahitleri olmak dileğiyle.