Olmak ve sahip olmak
İnsanların motivasyonları, güdüleri, dürtüleri, zamanları birbirinden farklıdır. Dışsal motivasyonlar ile maddesel büyüme insanlar için başarı kavramını oluşturuyor olsa da, bu geçici bir mutluluk olduğu için gerçek mutluluğu yakalayamaz ve sürekli olarak daha fazlasını istersiniz. İnsanları para, rütbe ve kademeler ile motive edersiniz. Ancak onlar mutlu olamazlar, çünkü daha fazlası vardır. Bu arada da daha fazlası daha adaletsiz bir topluluk ortaya çıkmasını sağlar. Sonrasında adalet sarsındığında, toplulukların tamamı isyan etmeye başlar.
İbn Haldun 1300'lü yıllarda, devletlerin çökmesinin sebeblerini, Dayanışmanın yok olması, Üretimin zayıflaması, Tüketim çılgınlığı, Vergilerin artması, Liyakatin dikkate alınmaması, Adaletsizliğin yaygınlaşması, Göçün hızlanması, Gurur ve kibir, Gösteriş ve Riyakarlık (dalkavukluk) olarak sıralamıştır.
Dışa yolculuk ve maddesel boyutta sürekli bitmek tükenmek bilmez katil fareler yaratırsanız, onlar bir süre sonra kendi ortamlarını, kültürlerini toksik hale dönüştüreceklerdir ve kendi kendilerini yiyeceklerdir.
İlk karar daha mahsum bile olsa, adaleti ortadan kaldırdığınız gün, sonunuzun başlangıcıdır. Katil fareler yaratmamaya dikkat edin.
Bunun içinde öncelikle parçalayarak yönetmek ve ayrımcılık yapmayın.
Ayrımcılık ve parçalama, gücün kuvvetlenmesine, maddesel akışın bir noktaya gitmesini sağlar.
Bu bir çökme operasyonudur. Belki bir kişiyi veya grubun çıkarını koruyordur. Bireysel çıkarları, kollektif çıkarların ötesine geçmiştir.
Ancak zaman içerisinde, ayrışmış ve işlevsiz bir kültür ile karşılaşırsınız.
Katil fareler, kayıkçı kürekçiler ve fedailer oluşturursunuz.
Tesbihleri ile mahallenin bıçkın delikanlıları gelir ve kaba kuvvet normalleşir.
Kötülük artık çeteleşmiştir.
Baskılar ile mobbing yapılıp, insanlar sindirilmeye çalışıyordur. Ancak beklenmedik bir tepki birikiyordur.
İnsanlar adaletsizlikleri gözlüyor bir şey söylemiyor ancak öfke birikiyor. Tiranlar, güç zehirlenmesi, konfor alanlarında bunları duymuyordur.
Güç zehirlemiş, mutlak güç mutlaka zehirlemiştir. Güç zehirlenmesidir ve değişim zamanı gelmiştir.
Temelinde liderlik, zihniyet, niyet ve samimiyet meselesidir.
Öncelikle takımlarınıza, insanlara saygı gösterin. Üstünlük ve güç size saygıyı getirmez. Dışsal motivasyonlara bağlı olanları biat etmesini sağlar.
Değer yaratan toplulukları bir arada tutmak için, öncelikle insanlara saygılı davranın, onlara saygınlık kazandırın, sonrasında psikolojik güven ortamı oluşturun ve onlara haklarını emeklerini adil şekilde dağıtın.
Psikolojik güven ortamı yaratmadığınızda, öfke, tepki birikir ve bir anda patlar.
Bu nedenle, lider ve aktif dinleme önemlidir.
Dinlediğiniz, anladığınız kadar, yaptıklarınızda onları takımları ikna etmenizi sağlar.
Onlara adil şekilde karar almıyorsanız, o zaman liderlikten bahsetmeniz mümkün olmaz.
Karanlar artık karanlık yüzler ile kendi bireysel çıkarları ile güç üzerinden alınıyordur.
Karanlık üçlü içerisinde, üstünlük duygusu- narsisizm, çıkarlarını öncülleyerek- makyavelizm kararlar alınıyordur. Bunlar hata değil artık tercihtir.
Güç kullanımı hata değil, tercihler üzerinden gittiğinde, artık sonun başlangıcı gelir. Her son bir başlangıçtır.
Tercihler, kollektif bilinci desteklediği, adil olduğu sürece, insanların güvenini kazanacaktır. Güven, ticareti başlatır, iş modeli oluşturmanızı sağlar. Çünkü, insana değer katan bir vizyona gidiyor, ona değer katarken, kendi insanlarınıza da değer katıyorsunuzdur. İnsanlar ortak bir vizyona doğru koştukları zaman, onları daha verimli şekilde oraya götürebilirsiniz.
Bu nedenle, kalplerinizi temiz tutmaya çalışın.
Karanlık yüzlerin içerisinde, bireysel çıkarlar, yönetilememe sorunlarını beraberinde getirecektir. İnsanları ayrıştırarak daha fazla bir şey vermek yerine, adil olarak onları ayrıştırmadan yönetmeyi deneyebilirsiniz.
Yönetilememe kadar, yönetmemekte bir tercih olabilir.
Bu zihniyet içerisinde, kollektif bilinci daha iyi anlamanız için, insanlara güvenmeniz, onları yetkilendirmeniz ve onlar ile yol arkadaşı olmanız, hizmetlar liderliği anlamanız için, Braess Paradoksunu okumanızı tavsiye ederim. Paradoks 1968 yılında Alman Matermatikçi Dietrich Braess tarafından ortaya atılıyor. Braess, bir yol ağına bir veya daha fazla yol eklemenin içinden geçen genel trafik akışını yavaşlatabileceğini gözlemliyor. Braess belirli bir sıkışık karayolu trafik ağına bir yol yol eklemenin genel yolculuk süresini arttıracağını fark etti. Takımlarda kendi tangolarını yaptıklarında keyifli bir ortam yaratırlar. Otonomi, kollektif bilinç ancak bencilliğini ortadan kaldırdığında ortaya çıkar.
Braess Paradoksunu çevik olmak ve çevik dönüşüm prensipleri ile de değerlendirmekte fayda olur.
Çevik dönüşüm perspektifinden konuyu değerlendirmek gerekebilir.
Cem Boyner, 1işin yapabilmenin anahtarının bilmek değil, yapabilmek1 diyor. Kral kim diyor? İşi, işi yapabilenlerdir. Güç ekseninde buluşanların işi yapabilmesi her zaman mümkün değildir. İş ekseninde buluşanlar ise mutlaka bir gün o işi yapacaklardır.
Bilmek ve yapmak arasındaki farkı unutmamak gerekir.
İşte tam bu süreçte dışa yolculuk için motive edilenler, rütbelere, güce doğru yönelecekler ancak mutlu olamayacaklardır. Bağlı kalamayacaklardır.
Mutluluk ise içe yolculuk ile başlar. Bu yolculuk anlam ve mana yolculuğudur.
Anlam yolculuğu, ingilizcesinde olduğu gibi, altında ayakta durmak- understand ile gelir.
Dışa yolculuk yapanlar ile içe yolculuk yapanlar arasında anlamlandıramama sorunları oluşur.
Dışa yolculuk karşılaştırma üzerinden yapılır. Referans noktası, ötekidir.
Karşıtlıklar onların motivasyonudur.
Temelindeki toksik yapıları ile, diğerini ötekileştirmişlerdir.
Anlam ve mana yolculuğudur. İçine olan yolculuktur.
Zamanlama problemidir. Hepimiz aynı zamanda ancak farklı zamanlamada yaşıyor. Bu nedenle beklentilerimizde değişiyor. Madde alemi ile mana alemi herbirinde farklı ağırlıkta oluyor.
Konuları anlamak için durun ve bakın. Zamanın ve mekanın şahitliğini yapacaksınız.
Daha fazla para vermeden önce, onlara daha fazla saygı, daha fazla saygınlık, daha fazla güven, daha fazla ortak amaç, vizyon verin.
Erich Fromm’un sahip olmak ve olmak arasındaki temel farkı konuyu çok güzel özetliyor.
Sahip olmak; yaşam biçimi, maddi varlıkları, rütbeyi, şöhreti, bilgiyi ve insanlara sahip olmayı ve onları kontrol etmeyi ve kullanmayı ifade eder. Sahip olduklarımızla kimlikler tanımlanır ve bu varlıkları kaybettiğimizde kendimizi kaybetmiş hissederiz.
Olmak ise, yaşam biçimi, içsel gelişim, özgürlük, paylaşım ve sevgiye odaklanır. Kişiliğimiz, sahip olduklarımızdan bağımsızdır ve kimse bunu bizden alamaz.
Yapmak ile olmak arasında da aynı ilişki vardır. Çevik yapmak, çevik methodolojilerini uygulamaktır. Çevik olmak, onun bir hal haline dönüşmesidir.
Güç onun methodolojisine sahip olmaya odaklanırken, sonunda hal haline dönüşmeyen şey, mutlu olamaz. Hal durumu cennetinizi ve cehenneminizi belirler. En büyük cennet hal olma durumudur. Rıdvan halidir. Adn cenneti, cennetin en yüksek mevkiine verilen addır. Firdevs cenneti, sonsuz mutluluk içerisinde yaşanacak bahçelerin olduğu cennettir. Cennet kapısının girişinde bekleyen, girişteki meleği adı Rıdvandır. Cehennemdeki vazifeli melek ise Mâlik’tir. Cenneti size getiren sizin üzerinizde olduğu haldir. Siz orayı cennet yaparsınız. Cennetleri siz haliniz ile ortaya çıkartırsınız.
Olmak daha tatmin edici ve sürdürülebilir bir yaşamı getirir. Sahip olmak ve olmak arasındaki fark anlamlı ve dengeli bir hayat sürdürmek için size yardımcı olur.
Güç ise mutluluk getirmez. Kontrolsüz güç, güç değildir. Adaleti elden bırakmayınız ki, o topluluklar ile birlikte ortak kollektif bilinç oluşturun. Bugün okuduğum bir anektodu da sizinle paylaşmak isterim.
Hukuk fakültesinde bir öğretim görevlisi derse girer ve bir öğrenciye adını sorar, öğrenci “Ali” diye cevap verir. Öğretmen bir anda, “Defol bu sınıftan,
bir daha asla dersime gelme” der.
Bütün öğrenciler şaşkınlık içindedir, neye uğradığı şaşıran Ali de sınıfı terk eder. Herkes ne olduğunu anlamak için beklemektedir hiç birinden tek bir ses bile çıkmaz… Hoca sınıftaki sessizlikle beraber ileri geri yavaş yavaş dolaşmaya başlamış bütün öğrencileri şöyle biraz süzdükten sonra,
tabi bu arada herkes göz temasından kaçınıyor, başlamış derse.
Hoca, “Kanunlar ne için vardır?” diye sorar ve ders başlar… Bir çok cevap gelmiş, bir öğrenci düzeni korumak, diğeri toplumda yaşayan bireylerin hak ve hürriyetini sağlamak için, öbürü yaşam haklarını idame ettirmek, bir başkası devlete güveni, o devletin saygın bir vatandaşı olduğunu göstermek için, bir diğeri her yerde hakkını yasalar çerçevesinde arayacağını bilmek ve devletin vatandaşına haklarını nasıl arayacağını göstermek için… Hoca başka diye tekrar sorunca bir öğrenci de “Adalet için diye cevap vermiş.
Bu cevabı verene hoca parmağı ile işaret ederek işte aradığım cevap bu dercesine “peki az önce arkadaşınıza adaletsiz davrandım mı?”, herkeste aynı cevap “evet hocam”.
Öğretim görevlisi sınıf kapısını açarak dışarıdaki öğrencisini içeri alır ve teşekkür edip yerine geçebileceğini söyler, herkes bunun bir senaryo, oyun olduğunu anlar.
Fakat hoca son sözlerini söylememiştir henüz; “Peki buna hepiniz şahit oldunuz, neden tepki göstermediniz, bir açıklama istemediniz, arkadaşınızın hakkını savunmadınız!?
Herkes susar çıt yok. Hoca bakın sevgili arkadaşlar, bu olaydan hepinizin çıkarması gereken bir öğüt var, bunu size 100 saat sınıfta ders versem anlatamazdım der ve son sözlerini söyleyip dersi bitirir.
“Asla bana dokunmayan yılan bin yaşasın zihniyeti de olmayın, o yılan bir gün mutlaka sizi de sokacaktır.” “Adaletsizliğe şahit olup göz yuman insanlar haysiyet ve onurlarını kaybetmeye mahkumdur.” “Bir şahsa karşı yapılan haksızlık, herkese karşı yapılmış bir tehdit demektir.”
Haksızlıklar karşısında susan dilsiz şeytandır. Güç, politikalar, biat haksızlık karşısında susmanızı sağlayabilir.
Ancak adalet her zaman herkese lazım. Sahip olduklarınız ile övünmeyi bırakın, olmaya bakın.